Şimdi ben bu satırları nasıl yazacağım bilmiyorum... Her şeye söylenecek ve yazılacak çok şeyim var da, sıra doğum hikayesi ve yeni doğan yoğun bakım ünitesi deyince akan sular duruyor valla.
Kalemimi, beynimi ve bedenimi toplayarak, ancak sizlerle şu satırları ve nasıl oldu da biz de yeni doğan bakım ünitesine alındık, bu hikayeyi paylaşmaya çalışacağım.
Şuan bu satırları yazarken gerçekten oldukça zorlanıyorum.
İkinci oğluma hamileliğim ilk oğluma göre daha tecrübe kazandığım için, çok
daha rahat, keyifli ve pozitif geçmişti. Zaten genelde de gebelik dönemlerimi
çok rahat geçirmiştim. Hatta o kadar keyifliydi ki, ben hep öyle kalabilirdim ve
yeniden yeniden doğurabilirdim.
İlk oğlumda atlattığım acemilikleri bu oğlumda yapmayacağıma
dair söz vermiştim kendime... Hatta bu sefer o kadar da hevesleydim ki, hemen
gittim yine çikolatalarını özenerek, bezenerek seçtim, kolonya şişelerini mis
kokulu esanslı kolonyalarla doldurdum. Üzerine “Hoşgeldin Mazhar Alp” yazdım. Klasik yapılan muhtemel doğacağı yılı
yazdırdım. Çok güzel ve ismine özel bir
hastahane takımı yaptırdım. Hatta o kadar özenmiştim ki, eldivenlerinin birinin
üzerine kendi ismimin baş harfini diğerinin üzerine de eşimin isminin baş
harfini yazdırmıştım. Tulumunun üzerinde de kendi adı yazıyordu.
Kendime
hastahanede ziyaret edenleri karşılamada takacağım çok güzel bir lohusa tacı,
terliği ve kol bandı çiçekli işlemeleri yaptırmıştım. Hastahane kapısı, bebek
beşiği, benim yatak ucuma konulmak üzere tüller,süsler alıp, diktirmiştim. Mesleğinde
gayet iyi bir bebek-doğum fotoğrafçısı ile anlaşmıştım ve kısacası ben bebeğimi
tam teşekküllü ve hazırlıklı bir şekilde bekliyordum.
Peki neden mi bunları bu kadar detaylı anlattım? Neden biliyor
musunuz? En sonda açıklayacağım nedenini?
Sonrasında doktorum yine bildiği normal doğum isteğimin
üzerine giderek ve 40.haftayı da bitirmiş ve ölçümlerle bebeğin kilolu
doğabileceği hesabını da yaparak, tam da 40. Haftanın dolduğu Çarşamba günü gel
de alalım bebeği dedi. Dedim ya ağrım olmazsa ya suyum gelmezse, olsun ben sana
suni sancı vererek yine normal doğurturum dedi.
Peki dedim, sabah kalktım, elimi yüzümü yıkadım, annem ve
eşimle hastahane yoluna koyuldum. Kayınvalideler bizde büyük oğlana bakıyor,
kısaca herkes görevinin başında.
...
Suni sancı verilmeye başlandı. 2-3 saat geçti doktorum baktı
pek ses yok, sonra hastahanede su kesesini patlattı (doğumu hızlandıralım suyun
boşalması ile doğum süreci hızlanacaktır dedi), lağman yapıldı, suni sancı dozu
biraz arttırıldı ve artıkkk evet, hadi ameliyathaneye dedi...
Ve yine normal bir doğum ve kadın doğum doktorumun başarısı
ile gerçekleşen bir başka hikaye daha.
Hemen üzerimdeki ameliyat önlüğünü sıvadılar ve sıcak sıcak karnımdan
çıkan bebeğimi, mememe yapıştırdılar. İşte o an, tam da şu an yazarken
gözyaşlarımın süzülerek aktığı gibi içim aktı. Doktoruma bu isteğimi söylemeden
o daha kendisi hemen yaptı demek istediğimi. Biliyor musunuz bu ilk ten
temasının çocuğun bütünnnn hayatını etkileyecek boyutta ve ne derece önemli bir
şeyi ifade ettiğini?... Bir daha ki yazımda anlatacağım ve sizlerden de doktorlarınızın bunu yapması için ısrarcı olmanızı isteyeceğim...
Sonra bebeğim temizlendi, üzeri giydirildi, benim işlemim
tamamlandı, önce bebeğim ve sonra ben odaya alındık. Alındık ve işte bütün
gerçekler bundan sonra ortaya çıktı. Hemşire geldi ve hemen bebeğinizi emzirin
dedi ve kan şekerini ölçeceğim dedi. Ben daha ne olduğunu anlamadan, tekrar
hemen oğlumu emzirmeye başladım ve şekeri ölçüldü ve sonra ...
“Odada yanınızda tutamayız, hemen çocuk doktoru ile tekrar
görüşeceğiz ancak bebeğin vakit kaybedilmeden yenidoğan yoğun bakıma alınması
lazım dedi...”
-Neden dedim?
Çünkü ben normal doğumla 4 kilo 40 gr bir bebek doğurmuştum.
Evet bunu her zaman ve göğsümü gere gere söylüyorum, başka bir kadın doğum
doktorunun hastası olsaydım çoktan sezeryan yani bıçak altına yatırılmıştım bu
sebepten... İnat ettim ne olursa olsun normal doğuracağım dedim ve doktorum da
benden güç alarak elinden geleni yaptı ve biz güzel bir doğum geçirmiştik.
Ancak 4 kilo üzerinde doğan bebeklerde en büyük risk kan şekerinin aniden
düşerek, ani ölümlere kadar gidebilecek derecede riskler taşıması yüzünden,
hastahanede yoğun bakımda, küvezde, oksijen tüpüne bağlı, şekerli su yada ona
benzer bir sıvı ve azıcık ek mama takviyesi ile nabız, kalp atışı vs hayat
belirtilerinin kontrol altına alınması gerekiyor dediler.
İşte bu an dünyam başıma yıkıldı ve hemşirenin çocuk
doktorundan aldığı sayamadığım kısa bir süre içindeki onayla bebeğim çoktannn
kollarımın arasından kayıp gitmiş ve yoğun bakıma alınmıştı bile... Bense hala
şoku atlatmaya çalışıyordum.
Her iki saatte bir hasta bakıcı beni tekerlekli sandalye ile
yenidoğan yoğun bakıma taşıyor ve çocuğumu emzireceğim diye inat ettiğim ve
günlerin birbirini kovaladığı yoğun bakım maceramız işte böylece başlamıştı
bile. İlk 2 gün sütüm gelmedi, çünkü kendimi sıkmış, üzülmüş ve yaşadıklarımın
etkisi ile daha taşları yerini oturtamamıştık. Hastahanede sütümü sağdırdılar,
emzirmemde oldukça teşvik ettiler ve ben 3. Gün çocuğumu emzirmeyi
başarabilmiştim.
Bebeğim küvezin içinde burnunda,ağzında ve parmak uçlarında
kablolar, altında sadece bezi var üzerinde bir şey yok, ısıtıcı var küvezin
içinde ve sıcaklığı sabitleyip, vücut ısısını koruyorlar. Her iki saatte bir
emzirmeye gidiyorum 24 saat boyunca ve kucağıma verip, üzerini battaniye ile
örtüyorlar, gözlerini tam açamıyor bile, uyuyakalıyor, ama annesin işte,
kokusunu içine çekiyorsun,üstünü kulaklarına kadar örtüyorsun, ellerini okşuyor
seviyorsun, emmesi için zorluyor, ayak tabanlarını kaşıyor, tuttuğu memenin ve
tenimin sıcaklığı ile uyumaması için zorlayıp, emzirmeye çalışıyorsun. Varlığını
anlamaya çalışıyor, 15dk ila 30 dk sonrası biten emzirme süresinin sonunda
bomboş bir odaya dönüyorsun. Yanında refakatçi annen, gündüz sana eşlik edip,
gece eve dönmek zorunda kalan ve diğer oğlanla da ilgilenmek zorunda olan bir
eş ve sen içindeki boşlukla birlikte yapayalnız kalıyorsun.
Yenidoğan Yoğun Bakım 2. Gün;
Bugünden umutluydum, çünkü kuzumu kollarımdan sadece 1 gün
kalacak diye alıp, yoğun bakıma sokmuşlardı. Ancak sabah genel muayene sonrası
ve yine emzirme sonrasında yükselmeyen şeker sebebi ile bugünde küvezde ve
yoğun bakımda tutmak zorundayız dediler. Ancak eşim Emre sabah muayenesi
sonrası yanıma geldiğimde yüzü sapsarı, nutku tutulmuş gibi olsa da, yorgunum
diyerek geçiştirmiş ve bana bir şey söylememişti. Ancak söylemediği şey, “Çocuk
doktorunun muayenesi neticesinde kalbinden değişik bir üfürüm geldiği, kalp
kapakçıkları yada kalbinde (delik gibi) bir problemin olabildiği ve acilen kalp
grafisi çekilmesi yönündeki görüşüymüş...” Bunu duyunca yıkılmış, ağlamış ve
çok üzülmüş...
Öğleden sonra bu işlem yapılmış ve tesadüfen emzirmeye gittiğim
sırada, karşılaştığım çocuk doktoruna “-Oğlum nasıl?” diye sorduğumda, kalp
grafisi çekildi, bir sorun çıkmadı. İçiniz rahat olsun, beklediğim durum söz
konusu değilmiş, ancak tedbir amaçlı 1,5 yaşına geldiğinde yeniden bir grafi
çektirin.” dedi.
Ben o şokla nasıl nasıl? Ne grafisi? Ne şüphesi?
Allah’ım
neler oluyor deyince, benim bilmediğimi ve böyle pattadanak yaptığı açıklamayı
daha sindirerek ve daha detaylıca anlatarak, bir sorun olmadığını ancak bir
şüphe sonucu araştırma yapılmasını istediğini ve neticesinde de her şeyin
yolunda gittiğini açıkladı. Ancak tedbir amaçlı bu gecede küvezde tutacağız
dedi. Yine tekerlekli sandalye ile 2 saatte bir 24 saat boyunca emzirmeye ve
pompa ile sağmaya devam ettiğim bir günü daha geride bıraktık ki, artık sütüm
gelmeye başlamıştı.
Yenidoğan Yoğun Bakım 3. Gün;
Yine heyecanlı bekleyiş, artık bugün bebeğimin yanıma
gelmesi lazım. Ama o da ne? Kulaklarım gene ne duyuyor? Bebeğin şekeri normalmiş
ama dün gece kusmuş, neymiş efendim hastahane mikrobu kapmış olabilirmiş, o
sebeple bir 24 saat daha gözlemlenmesi gerekiyormuş ve bu günde yoğun
bakımdaymış....
Hiç bir zaman umudumu yetirmedim hiç bir şeye karşı.
Hep bir
çıkış yolu vardır ve olacaktır dedim. Ama hiç birinde bu kadar da çaresiz
kalmadım. Kendimden ve inancımdan bu derece uzaklaşmadım. Artık bu çocuğu bana
vermeyecekler herhalde diyordum. Her yanına gittiğimde...
“Hadi oğlum, kalk oğlum, iyileş canım benim...” dediğimi
duymuyor muydu?
Her iki saatte bir, yoğun bakıma girdiğim anlarda yanında
yatan onlarca bebeğin bazılarının çığlıklarının,ağlamalarının kalbimi nasılda
delip geçtiğini, yüzü gözü sargılı bantlı ve teni yanmış olanlarının ciğerimi
de nasıl yaktığını, kafamdaki buğulardan ve gözlerimden akanlardan önümü bile
göremediğimi, birkaç annenin bebeği yoğun bakımda kendisinin dışarıda sürdüğü
sürgünü ve her yanına gelip, evinde sağdığı sütü, pijamasını, atletini
hemşirelere verip, ana kokusu çeksin diye nasıl uğraştıklarını, kucaklarına
aldıklarında neler neler söyleyip, bebeklerini sadece günde bir kaç kez görme
hakkı verilen bu anaların, daha hiç bir şeyin ne olduğunu bile anlamalarına
zaman vermeden, koyunlarından alınıp gidilen bebelerin, o annelerinin göz
yaşlarının nasıl aktığını bir ben bilirim bir de Allah.
“-Canım annem, bak yine geldim, sana geldim. Sütünü
getirdim, seni özledim, sütünü iç, buradaki ablaları üzme... Kendini topla olur
mu bebeğim? ...
-Ah sennn, nasıl da cennet kokuyormuşsun, nasıl sızladı
burnum kokunla... Anneciğim, nasılsın bugün? İyi misin? Yıkadılar mı seni? Çok
özledim ben seni, hadi iyileş de sen de gel artık yuvamıza...”
Çok da yazamayacağım daha nicesini emzirirken dinlerdim ve
bir de hasta bakıcıların bebeklerin altını değiştirirken ağlama çığlıklarını ve
bir diğer yanımda da mama saati gelmiş bir bebeğin biberona nasıl yapışıp cok
coklayarak içtiği sütün emme sesini dinlerken ... Sonra gene tam da çıkıştaki
kapının yanında yatan ve durumu daha ağır bebekleri görerek, geçip giderdim odama tekrar 2 saat
sonra gene aynı dramı yaşamak için...
Hiç de dayanılacak gibi durmuyor değil mi? İşte o zaman niye
dualarda hep hasta olanlara şifa ve deva denilirmiş, çooook ama çooook iyi
öğrendim, niye sadece kendimize değil de herkese de dua etmek gerekirmiş, işte
onu da yeniden hatırladım.
Psikoloji mi? Hatırladığım tek şey göğsüme inen ve oturan
kocaman bir taş... Ne yutkunmama ne de nefes almama izin verecek derecede beni
zorlayan bir taş oturdu içime. Daha ne kadar ve nasıl dayanacağım dedim... Bu 3
gün her 2 saatte bir hasta bakıcı uyur da gelmez, yada ilgilenmez diye hep
saatimizi kurduk annemle, aynı askeriyede gibi hep hazırlayıp gönderdi beni
bebeğimin yanına, hep;
“Hadi kızım az kaldı bu son gün artık, dayan diyerek...”
Evet anlaşıldı ki, 3. Günün sonu son gün gelmişti... Ve
bebeğimin kusması durmuş, şekeri normale girmiş, oksijen seviyesi ve kısacası
tüm hayati fonksiyonları artık optimum seviyeye gelmişti ve bebeği yanınıza
alabilirsiniz dediler. Bir annenin
bundan büyük mutluluğu olur muydu? Artık gerisi malumunuz J
Peki bu Yenidoğan Bakım Tecrübesi Bana Neler Öğretti?
1.
Her şeyin en iyisi en güzeli elimizdeki imkanlar
dahilinde olsun, bebeklerimiz ve çocuklarımız için ideali olsun diye uğraşıp,
didiniyoruz değil mi? Peki şimdi ben size sorayım;
- · Doğum fotoğrafçısı doğum dışında hiç bir fotoğraf kare çekemediği gibi, bebeğimi öpüp,koklarken,koynuma alırken bir kare bile alabildi mi?
- · Bebek beşiği süsü, kapı süsü, yok efendim lohusa tacı çiçeği, bileziği bilmem nesi içi boş olunca ne anlam ifade etti?
- · Gelenlere dağıttım çikolatada kimin ağız tadı vardı?
- · Bebeğim için diktirdiğim nakışlı, allı pullu hastahane tulumunu kaç dakika giyebildi?
- · Hastahaneye gelen ziyaretçiler bebeğimi görebildi mi?
Peki nedendir bunca emek, çaba, masraf,hırs,özenti ve gereksiz bir sürü çaba. Bu kapıdan ekmek yiyen insanlarla işim yok ama, eğer bir organizasyon firması ile anlaşıp, milyarlar dökmüş olsaydım bedeli ne olacaktı benim için. Kocaman "BİR HİÇ"... Her şeyi kendi çabamla özenerek, bezenerek karnı burnumda oraya buraya koşarak yaptım, gene karşılığı ne oldu Kocaman "BİR HİÇ"...
Eeee ne gerek vardı o zaman, biz de son zamanlarda bu derece meşhur olan, benim uydurduğum isimle hastahane salgını yeni bebe görme modasına. Yurt dışında insanlar bu seramonileri ayıplıyorlar biliyor musunuz? Bilakis anne-baba ve bebek tek başlarına ve misafir kabul edilmeden hastahanede ağırlanıyorlar, ailenin mahremiyeti sebebiyle...
Peki biz ne yapıyoruz? İşi gücü bırakıp, koşup hastahanelere gittiğimiz gibi, hayatımızın yönünü neredeyse değiştiriyoruz. Çocuğu olan okulunu ayarlıyor, işi olan mesaiyi bırakıp kaçıp geliyor, gelmeyen ayıplanıyor, bir de üzerine gelen dolu mu gelmiş boş mu? bir sürü gereksiz merak ve savsata...
Heyyyy,,, durun bakalım. Yaşanılan en acı tecrübe işte bu sermaye... Abartmayın, sakin olun, kaş yapacağım derken göz çıkartmayın. Ve hiç bir şeyde aşırı kaçmayın. Nedeni hiç bir şey sizden ve bebeğinizden daha çok önemli değil de ondan....
Benden size en büyük tavsiyeler;
- Doğum yapacağınız hastahanenin muhakkak yenidoğan bakım ünitesi olduğundan emin olun. Yoksa valla hemen hastahanenizi değiştirin, doğum yerinizi ona göre ayarlayın. Benim hastahanemde böyle bir ünitenin olması, bana 2 saatte bir bebeğimi emzirme şansını,lüksünü vermişti, daha ne isterim ki...
- Yenidoğan Bakım Ünitesi’ndeki doktor,hemşire ve hasta bakıcıların yani kısaca sağlam bir ekibin olup olmadığını öğrenin. 24 saat kontrol altında mı? Nöbetçi doktor, vizite zamanı, hemşire değişimi zamanı vs. Sorun, soruşturun ve yakın takipte olun. Neden mi? Çünkü aslında bence bu şekilde yorumladığım ve fazladan kaldığımız 1 gecenin sebebi; benim emzirmeye 10 dk geç gitmem yüzünden, uyuyup gelmeyeceğimi sanan hemşirenin bebeğime mama vermesi ve sonradan benim gidip, emzirmem üzerine fazlalığını kusan bebeğimin hastahane mikrobu kapmış olabileceğini düşünen doktor ve işin bir noktadan sonra takipsizlik ve doğru bilgi aktarımı olmamasından dolayı raydan çıkmasıydı.
Peki sonra sordum kendime;
- “Fidan’cım sende anladın mı bu kapitalist düzenin
insanları ne hale getirdiğini?
- Hayatta her şeyin alınıp,yapılıp, sonradan yerine
konabileceğini ama Sağlık’ın en önemlisi olup, satın alınamayacak bir şey olduğunu?
-Ne anlamı kaldı, kuzunun kokusunu içine doya doya çekemeden
bunları yapmanın?
Sevgili ebeveynler, işte anladım ki; bizler bazı şeyleri
birilerinden eksik kalmayalım, yapmışken en iyisi ve en güzelini yapalım, ilk
bizde görsünler, orjinal olsun, tasarım olsun, çikolata en iyisi en markalısı,
yanındaki süsü de ben burdayım diyeni olsun, çok olsun, herkese yetsin, kalmadı
denmesin dediğimiz her şey aslında ne sizden ne de bebeğinizden daha da önemli
değiller. Yok diye biri sizi mi ayıplayacak? Varsın bunun için ayıplasın, siz
bunlardan kusur kalın ama illa bir şey yapacağım diye de kendinizi bu kadar
yıpratmayın. Ellerinizin boş kalması, bunların olmamasından çok ama çooook daha
acı.
İşte size gerçek bir hikaye ve gerçek bir ders...
Yavrularınızı sıkıca göğsünüze bastığınız, birbirinizden
Rabbim dışında bırakılan ayrılıkların yaşatılmadığı, para harcamadan da mutlulukların kazanıldığı nice nice günler dilerim...
Çok çok sevgiler,
Fidan DUMAN
No comments:
Post a Comment